MUSTAFA ATİKER

İnsanları biçimleyen kültürler farklı olabilir. Ancak bu “farklılık”tan yola çıkarak kültürlerin uzlaşılmaz karşıtlıklardan oluştuğunu söylemek bizi kültür faşizmine götürecektir. Örneğin bir ırkın diğerine üstünlüğü kuramının İkinci Dünya Savaşıyla birlikte uygulama alanında geçersizliği kanıtlanmıştır. Bügün ırkçılık her fırsatta lanetlenmektedir. Ancak bugün daha büyük ve moda deyimiyle “global/küresel” bir tehlikeyle karşı karşıyayız: Avrupa kültürünün diğer kültürlere üstünlüğü düşüncesi. Bir kültürün başka kültürler karşısında üstünlük iddiası da ırkçılıkla aynı kapıya çıkar. Ancak bu kez biçimsel bir değişiklikle ırk yerine kültür geçmiş, ancak iddianın içeriğindeki temel anlam değişmemiştir. Üstelik eskiden bir ırkın diğerlerine egemenliği savunulurken bugün alan farklı ırkları da içine alacak biçimde genişletilmektedir.

hitler1.jpgSiz Amerika’da herhangi bir kimsenin “Wir sind Europeaer” (Biz Avrupalıyız) dediğini duydunuz mu? Üstelik Amerika da Avrupa kültürünün bir parçasıdır. Ama burada sıkça işitilen bu cümle aslında çoğulcu kültüre karşı samimiyetsizliğin de en temel göstergesidir. Alman kültürü yerine geçirilen bu tarihsel abartı “Leitkultur”un Avrupa olduğunu belirtmektedir. Ancak yine aynı tarihsel abartı Almanya’nın Avrupa kültürünün bir parçası değil de tek başına bütününü temsil etmek istediği gibi bir kanıya yol açıyor. Dün Almanya’da, belirli bir grubun önderliğinde, bu tek başına bütünü belirlemek tutkusu, faşist ideolojiye dönüşmüşse, bugün de Leitkultur adı altında Avrupa kültürünün içinde ve dışında yer alan diğerlerine karşı aynı ideolojik dönüşüme mental/zihni temel oluşturmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Dahası bu tanımlama “diğerleri” ayracıyla tanımlanan kültürleri, sözgelimi İslam kültürünü her zaman karşıtı görme alışkanlığını da sürdürmeğe neden olabilir.

Almanya’da İslam’ı benimsemiş Almanlar/mühtediler ya da İslam toplumunun herhangi bir parçası durumundaki göç kuşakları, düşünsel evrilmelerinin başına “biz Avrupalı müslümanlarız” lafını eklediğinde iş bitmiş demektir aslında. Yani romantik kültür ırkçılığı bizim aramızda da hortlatılmış ve inananlar Asyalı, Afrikalı, Avrupalı biçiminde bölündüğünden ırkçı düşüncenin düşünsel kalıplarıyla konuşmuş olacağız. Bu, Arap İslamı, Türk İslamı, Fars İslamı gibi deyimlerin, Asyalı müslüman, Afrikalı müslüman, Avrupalı müslüman deyimleriyle yer değiştirmesi demektir. Oysa tıpkı herhangi bir ırka üstünlük atfedip, onu öne alıp putlaştırmak gibi bu ya da şu coğrafya parçasına öncelik atfetmek de bir hastalıktır. Çünkü bizim “aidiyetimizi” konumlandırdığımız/ikame ettiğimiz yer en başta ve en sonda insani değil ilahi bağlamdır. Soy ya da coğrafya bu bağlam içine yerleştirilmesi gereken bir öğe/unsur.Yıllardan beri her fırsatta İslam’a Arap kültürü deyip tepinenlerin havasına uyarak Avrupa İslamı gibi bir anlayış aramak, kurtuluşumuzu da doğrudan Avrupalı olmakta aramak gibi yanlış bir kabullenmeyi de birlikte getirecektir. Oysa asıl sorun her yerde üstün olana (Avrupa) teslimiyet değildir. “Avrupalı ol, kurtul” mantığı acziyetin, şaşkınlığın, aşırı salak ve asalak bir aklın ifadesidir. Bu akıl Osmanlı Devletinin çöküşünden bu yana zaten İslam toplumlarına egemen resmi ideolojilerin asıl tezidir.

Asıl sorun bu tarzda; verbal/sözel/şifahi anlamda Avrupalılaşmak değil, bugün ortak olduğu varsayılan bir kültürü anlamaktır. Bir başka deyişle Avrupa’nın ortak bir kültür üslûbunun varlığı da tartışmalıdır. Biz öncelikle bize benimsetilen ve kendimize ait olmayan doğrulardan kurtulmalıyız. Sözgelimi Osmanlı, Avrupa kültürü derken Fransa’yı alımlamıştır. Bu yüzden o dönemin aydınları Fransızca bilir. Günümüzde Amerika, Fransa’nın yerine geçtiğinden herkes İngilizce’yi tek seçenek olarak görüyor. Yine aydınlarımız o dönemde Avrupa’yı Fransızca’dan bugün de İngilizce’den okuyor. Ancak bu okumaların hiç birisi dün olduğu gibi, bugün de bizi kıyı ülke ve kıyı insan konumunda bırakmaktan kurtaramıyor. Çünkü geçmişte Fransa’ya, bugün Amerika’ya yönelişimiz aslında siyasi bir tercihtir. Oysa kültürün kendisi siyasi bir tercih değildir. Daha derinde, siyasi tercihlerini kendi oluşturduğu inanç sisteminden çıkaran bir dünya görüşüdür.

Editörün Notu: Bu yazı 2000 yılında Almanya’da doğan Leitkultur tartışmaları dolayısıyla yazılmıştır.