MUSTAFA ATİKER

Mihály Mukácsy – „Christus vor Pilatus“, 1881

Resim: Mihály Mukácsy-„Christus vor Pilatus“, 1881 (İsa, Pilatus’un huzurunda)

Bize ilk insanların mağaralarda yaşadığı öğretilmişti. Bu görüş ne kadar tutarlı? Somut bulgulara mı dayanıyor? Doğru bir karşılık bulmak zor. Çünkü soru, milyonlarca yıl öncesine ait bir öngörü. Bugün için bilinmesi olanaksıza yakın ya da tam ve kesin bir yargıya varamıyoruz bu konuda. Ama niçin bu kadar önemli ilk insanların mağarada yaşaması? İlle de neden mağaradan başlatılıyor insan hayatı? Kurcalayalım. Anlayacağız. Bu öngörüye temel oluşturan olgu. İlk hıristiyanlık tarihi. Roma İmparatorluğu’nun takibatı, korkunç işkence ve katliamları, hıristiyan cemaatlerini gizli bir yeraltı örgütüne dönüştürecekti. Bu örgüt üyeleri de genellikle mağaralarda yaşardı. Daha doğrusu mağaralarda yaşamak zorunda kalmıştı. Üç yüz yıl sürmüştür bu durum. işte bu dünyanın en büyük yeraltı örgütü, sonradan, kilise adını alır. Sonra derken, Sezar Konstantin’in hıristiyanlığı resmen tanımasından sonra (M.S. 313). Sezar Konstantin başkanlığı ve yönetiminde İznik’te bir araya gelir örgüt yöneticileri, bir başka deyişle yeryüzüne çıkar (M.S. 325).

Hıristiyanlığın ik dönemi, insanlığın ilk dönemiyse, ilk insanlık da ilk hıristiyanlık demekse ilk insan mağaradan yola çıkmak zorunda. Bu mağara-insan konusuna eski yunanca metinlerde de rastlanır. Sözgelimi Platon’un Sokrat’tan aktardığı bir konuşmada. Ancak bu ve buna benzer mağara-insan ilişkisinin bir benzeti olduğu da açık. Benzetiler/mecazlar da bir sözle bir çok şeyi anlatmak için kullanılan söz sanatlarından. Eski Yunan ve Latin dünyasında hiç kimse ilk insanın mağarada yaşadığını söylememiştir. Çok daha sonra, 18. yüzyıldadır bu türlü bir öngörünün salt hıristiyanlık değil tüm dünya tarihine bir başlangıç noktası olarak sokulması. Özellikle Fransız Aydınlanma Edebiyatı’nda, Ortaçağ’ın, karanlık çağı anıştırması da yine bu “mağaradan çıkış” öngörüsüne göbekten bağlı. Aydınlanma Çağı: Zeitalter der Aufklaerung/Age of Enlightenment/Siècle des Lumières gibi bir adlandırmaların kendisi de.

Üç yüzyıllık mağara geçmişiyle yeryüzüne zor uyum sağlamıştır Hıristiyanlık. Uyumsuzluk bugün de sürüyor. Şöyle denebilir ileride: “Gökyüzünde yeni bir gezegen arayışı biraz da bu yüzden. Belki taşınırız da kurtuluruz bu yeryüzünden. Pek rahat edememedik biz orada. Atalarımız yeryüzünü bir mağara zannederek yaşadılar, bize de gökyüzü kaldı. Yeryüzünde gökyüzündeymişçesine yaşadık ama olmadı. Görüyorsunuz uzayda yeni bir gezegen bulduk. Oraya taşındık.” Güle güle. Uğurlar olsun herkese. Ben de bu konuda umutluyum. Dilerim yeni bir gezegen bulunup hıristiyanlık oraya taşınır. Yoksa bütün dinler ve toplumlar yakında sürekli savaş tehdidi altında, mağaralarda yaşamağa başlayacağız. Yer altında sığınak kazmakla geçecek ömrümüz. Belki de kendi mezarlarımızı kazacağız. Aydınlanmış hıristiyanlık da bu işten pek kazançlı çıkacağa benzemiyor. Yeniden kilisenin eline düşmek var. Bence kaçınılmaz bir son bu. Yüzlerce yıllık deneyimiyle kilise, mağarada yaşama koşullarını ve bu koşullar içinde nasıl en iyi yaşanabileceğini bilen büyük bir örgüt yeryüzünde. Yeryüzüne çıkıldığında yine bir karışıklık yaşanacak. Ama olsun. Diğer dinler de en azından mağaradan çıkmış olacak. Ortaçağlaşacak. Aydınlanacak.