You are currently browsing the monthly archive for Temmuz 2007.

devriye sözlük’te sıtkı caney başlığında yer alan harika bir caney şiirini alıntılayarak, okurlarına sunuyor. işte o dokunaklı şiir:

hayatı özlüyoruz sayın başbakan

artık ne yalnızca bir şiiriz hiçbir kayda sığmayan
ne de gözyaşından bir nehir giderek buharlaşan
kayıt dışı birer can
karanlığa parçalanan uçsuz bucaksız birer mavi
son soluk son heyecan
ve birazdan buz tutacak kan
birazdan unutacak bu şiir de bizi
hayatı özlüyoruz sayın başbakan

görünmez kararmış bir yarayız sonsuza doğru kanayan
beynimizde boynumuzda karanlığın elleri
dizeler başına buyruk çığlıklar kaldı bize gayri safi milli hasıladan
başına buyruk çığlıklar çünkü yoktur şiirin generalleri
ne aşkın ve hakikatin sınırsızlığı ne de sonsuzluktaki insan
yok ve büyülü bir talanda yutuldu alınlarımızın terleri
hayatı özlüyoruz sayın başbakan

çağıran neydi çanakkalede düşenleri
neydi büyük ve sonsuz gönülleri çıldırtan
ya şimdi ömrümüzü kurtlar sofrasında bölüşenleri
nedir böyle azdırtan
pusuda zaman ve ölümün bütün bileşenleri
hayatı özlüyoruz sayın başbakan

bilmiyoruz gecenin kaçı ve ne kadar var sabaha
bir yüzyıl ki her yanda o metal o dijital ejderha
ve çağdaş tanrıçalara kurban edilirken sevdalılar
kim neye muhalif kim aslında iktidar

bilmiyoruz ayağa kalkar mıyız bir daha
yüreğimizi çıkarıp ortaya koyacak kadar
yeniden kanımız deli deli akar mı
öper mi şiirleri şarkılar
bir yanımız çığlık çığlık yakarırken allaha
bir yanımız çığlık çığlık intihar

bilmiyoruz mevsim gerçekten bahar mı
alır mı atıldığımız boşluklardan bizi yeni bir rüzgar
bu şiir yüzünden borsa tavan yapar mı
sarsılır mı dengeler dibe vurur mu dolar

artık ne yalnızca bir kelebeğiz yağmurlarda ıslandıkça çırpınan
ne de çaresizce özgürlüğe el çırpan
yağmalanmış birer can
birer keder yığını
son fısıltı son isyan
ve birazdan buz tutacak kan
birazdan yutacak bu zindan bizi
hayatı özlüyoruz sayın başbakan

bilmiyoruz bir daha ki bakanlar kurulu toplantısında
hayatla buluşturabilir mi bizi yepyeni bir gündem
tutuşturabilir mi yeniden içimizde küllenen ateşleri
tutuşturabilir mi ruhumuzu yeniden gözlerimizdeki nem
uyanabilir miyiz uykulardan
doğrulup yıkıntılar arasından döner mi yeniden evine ülkem

o zaman belki yaşamak fışkırır tırnakla kazdığımız kuyulardan
karışır sımsıcak kanıyla hayat belki yeni bir güne
karışır birbirine ruhlarımız tek yürek tek can
yepyeni bir şiir okunur bütün yasaların üstüne
artık aşktır özgürlüktür inançtır ayaklanan
artık ne kanımızda buz
ne karanlıkta yolumuz
hayat oluruz sayın başbakan

günümüz türk aydınının isyan ile bağlanma arasında yaşadığı yoğun metafizik gerilim, artık bu yükü taşıyamayacağını göstermektedir.

öyle ki, günümüz entelektüeli 50, 80, hatta 130 yıl önceki seleflerinin asla ve asla taşıyamayacağı bir yükün altında ezilmektedir. oysa seleflerinin böyle bir yükü de olmamıştı asla.

ne demek istiyorum…

günümüz entelijansiyası için hayat, daha damarlarında dumura uğratılmıştır. çünkü hayat evriliyor. evriliyor ve peşinden koşamayacağımız kadar büyük bir hızla bizden kaçıyor.

geçmişin sade yapılarından artık söz edilemez. bizim bildiğimiz bu hayatın içinde, bilmediğimiz trilyonlarca bağımsız hücre yeniden yeniden örgütleniyor. bu örgütlenme, her biri birinden farklı genetik bulaşmaları bizim damarlarımıza kadar taşıyabiliyor. ve bizim bundan haberimiz olmayabiliyor.

seleflerimiz için monolitik bir dünya düzeni vardı. bu düzen kendi kodlarında yeniden üretilen siyaset dengelerine sahipti. ittihat ve terakki’nin mesela, hiç düşünmek zorunda olmadığı multi politik algılar, bugün hepimizin baş belasıdır.

mikro, makro… daimi değişen bir dünyada edebiyatın da, siyasetin de bu değişimin dönüştürücü etkisinden kaçınması mümkün değil.

bu nedenlerden ötürüdür ki, 200 yıllık sefalet tarihimizin bakiyesi entelijans-politik çoktan iflas etmiştir.

ne altmışların, yetmişlerin projeci aydını ortada kalabilmiştir, ne de o muhkem projeler.

artık dünya yeni bir dünyadır. bu dünyayı algılayamayanlar için vakit çoktan geçti bile.

pekala… herkesin bahsettiği bu değişim bizi nasıl etkiliyor?

işte bu noktada yazımızın konusu olan kişinin temsil ettiği kültür-politik gündeme gelmiş oluyor.

bu yeni entelektüel için ne denirse densin, ister lumpen, ister başka bir şey… benim bildiğim şudur: eğer biz bu gelmekte olan yeni insanı şimdiden selamlayamıyorsak vay halimize! hem nasıl bir selam, eğitim sistemiyle, kültür politikasıyla, ekonomi politikasıyla… bunlar artık bizim vazgeçilmezlerimizdir.

ama biz, korkarım ki, bu vurdumduymaz halimizle 200 yıllık sefaletimizde yeni bir merhale katetmekten başka bir şey yapamayabiliriz.

çünkü seleflerimizi savuran değişim, bizi de savurmaktadır.

giderek bir gösteri toplumuna dönüşüyoruz. bu küresel değişimin kaçınılmaz sonuçlarından biridir belki. ama yönetilemez değildir. bunu yönetemeyeceğimizi kabul etmemiz iflasımızı ortaya koyacaktır. seleflerimiz de değişimi yönetememiş, ağızları açık şekilde seyretmişlerdir. biz bu avanaklara, mesela namık kemal, mesela mithat paşa, mesela abdülhak hamit tarhan hâlâ büyük adamlar diyoruz, adlarına heykeller dikiyoruz.

bereket versin ki türkiye’de enteresan yetenekleri olan bir millet dokusu var da en azından salimen yaşayıp bugünlere gelebildik.

o seleflerimiz ki, milletin beka duygusunu osmanlı’nın parçalanan coğrafyası içine hapsedip nasıl hiçbir şey olmamış gibi davrandılarsa, bugün de bu beka duygusunun sadece askeri önlemlerle yaşatılabileceğini düşünenler vardır.

bütün bir hayatın devingenliğini bu askeri önlemler ve güvenlik eksenli yaklaşımlar penceresinden algılayan demode bir devletten, şükür ki, paradigmatik değişimlerin eşiğine gelmiş bir devlet modeline geçiyoruz. evet bu uzun olacak, sıkıntılı olacak, ama iyi olacak.

analizimizin çerçevesini çizmek ve bunu seyreltilmiş bir hacim içinde kurgulamak haliyle zor ve zaten böyle küçük bir analiz yazısının sınırlarının çok ötesindedir. ama biz kısaca toparladıktan sonra reşat çalışlar olgusunu doğuran nedenler üzerine düşünelim.

nasıl 22 temmuz seçimlerinin mağlubu chp kendini hapsettiği sınırların dışına asla çıkamıyorsa, entelijansın 200 yıllık inadı da buna tekabül eden bir aymazlık tarihidir. bugün türk aydını cüzamlı bir hasta gibi her yanını kemirmektedir. ve acıdıkça daha çok sermest ve kanadıkça daha çok zelildir.

işte yukarıdaki paragrafa tekabül eden reşat çalışlar ismi bu entelijans tipin minik bir modeli olarak önümüzde durmaktadır.

reşat çalışlar bilincimizde kendi ruhumuza tutulmuş aynadan akseden büyük depremin yansılarından biridir. belki de yıkılan entelektüelin mozolesine hak edilecek bir ikonadır.

her ne kadar kendisi bir ikonacı ve bir ikonoklast ise de, bizim defterimizde çalışlar için biçtiğimiz kıymet hükmü bundan ibarettir. 200 yıllık sefaletimizin temsilcilerinden biridir sadece.

tabii bu eleştirimizi yaralayıcı bulanlar olacaktır. aslında bu analizin amacı reşat çalışlar‘ı yaralamak değil, onun şahsında, gelişen yeni dünyanın yönetilemezliğini ortaya koymaktır.

biz bu değişimi yönetemiyoruz, ama yönetmemiz gerek.

fakat bu da yanlış anlaşılmasın, toplumsal dinamiklere müdahaleden söz etmiyorum. sadece bir zekâ organizasyonundan söz ediyorum. bu zekâ organizasyonunu oluşturacak ana unsur entelijansiyanın kendisidir.

biz bu insanı kaybettiğimiz içindir ki, reşat çalışlar bir sanal oligark heykeli gibi karşımıza dikilmektedir.

aslında bizim, reşat çalışlar‘ın ruhunda aramamız gereken toplumsal dönüşümün genetik kodlarını bulamamanın kahredici sızısını duymamız gerekir.

bu dönüşümün hızı ve niceliği ne kadar göz kamaştırıcı olsa da, niteliğinin beş para etmezliği karşısında ağlamamız gerekir.

bir bozgun ordusunun payelerini göğsünde taşıyan reşat çalışlar portresinden utanmamız gerekir.

reşat çalışlar‘ın celebrity ambiyansı içinde âleme sızan heyulası karşısında ürkmemiz gerekir.

reşat çalışlar işte yukarıda bahsedilen cüzamlı, mazoşist entelijansın dünyaya serptiği tohumlardan biridir.

işte bu nedenle diyorum ki, reşat çalışlar sadece ipek ile oral ikilisinin çocuğu değildir, bu entelijansiyanın acılarla dolu tarihinin bir prematürasyonudur.

ve bu nedenle diyorum ki, reşat çalışlar acıların çocuğudur.

pazar ardışık düzen yaşayan bedenimizin kendi ahvaliyle hemhal olup nazlı nazlı edalarla birbiri ile süzüştüğü gündür.

pazar sırlarımızı gömdüğümüz gündür. çünkü sırlarımız bizim için her zaman olduklarından daha yakıcıdır o gün.

sırlarımızı gömeriz ve onlara gömülüp uyuturuz hayatımızı.

ruhumuz kendi eskatolojisine döner. çaresizdir. nice yangınlardan kurtulup gelmiştir ve nice yangınlara düçardır.

“ahh, bilseniz, ne yorgunum” demenin tadına vardığımız gündür pazar.

bugün ruhum özgür olsun. ruhumun çatışkı kaynakları dağılıp gitsin başımdan. unutmak istiyorum, unutulmak… bugün ruhum bana yeni bir şaka yapmasın. bugün ruhuma yeni elbiseler alacağım. çarşı pazar onun için dolaşacağım. nicedir ihmal ettiğim yalnızlıklarıma döneceğim. hayatın rapsodisine. ince sızıların çellistine.

ruhum benim, kollarımda cesedi taşınan soytarım benim.

ziko sözlükte süren entelektüel olgusuna ilişkin tartışmaya agresif bir yorumla katıldı. yazılanlardan ortaya çıkan sonuç ziko’nun bir karşı-aydın mı olduğu yönündeki kuşkuları artırıyor. işte ziko’nun açtığı “özde değil sözde aydın” başlığına yazdığı aydın tarifi:

“demokrasimiz için vazgeçilmez önemdeki bir paşamızın deruni anlamlar taşıyan sözünün modifiye edilmiş türevlerinden biri.

özde değil, sözde aydın türününbütünçeşitlerineheryerderastlanabilirgillerdendir. familya özellikleri aşağıda sıralanmaktadır:

1- düşünsel kabiliyetini anasından ilk doğduğu gündeki eni ve boyu itibarıyla katlamış, ancak uzamı itibarıyla ilk günkü ölçüleri aşamamıştır.
2- bir şekilde okul bitirmiş veya bitirtilmiştir.
3- hayata öcülerin kendine ilham ettiği fikr-i sabiteler çemberinden bakar.
4- aydınımızın etrafında silüetler şeklinde dolaşan insanlarca kitap yüklü eşek sanılması onu kızdırmaktadır.
5- o da etrafındaki silüetleri eşeğe kitap yükleyen hamallar sanır.
6- etrafındaki silüetlerle her nasılsa bir araya gelmesi durumunda agresifleşir.
7- bu durumda “kısa kes, aydın havası olsun!” nidasıyla sık sık karşılayabilirsiniz.
8- adamımız kadını balkabağı sanır. içini yer bitirir, dışından da tın tın ses gelir diye düşünür.
9- siyasi tercihi aklının ötesinde koşmaktadır.
10- mütehakkim öznenin süjeler dünyasındaki gezintisi bir gün elbet son bulacaktır.
11- “latince okuyan adamın arapça kemikleri”