günümüz türk aydınının isyan ile bağlanma arasında yaşadığı yoğun metafizik gerilim, artık bu yükü taşıyamayacağını göstermektedir.

öyle ki, günümüz entelektüeli 50, 80, hatta 130 yıl önceki seleflerinin asla ve asla taşıyamayacağı bir yükün altında ezilmektedir. oysa seleflerinin böyle bir yükü de olmamıştı asla.

ne demek istiyorum…

günümüz entelijansiyası için hayat, daha damarlarında dumura uğratılmıştır. çünkü hayat evriliyor. evriliyor ve peşinden koşamayacağımız kadar büyük bir hızla bizden kaçıyor.

geçmişin sade yapılarından artık söz edilemez. bizim bildiğimiz bu hayatın içinde, bilmediğimiz trilyonlarca bağımsız hücre yeniden yeniden örgütleniyor. bu örgütlenme, her biri birinden farklı genetik bulaşmaları bizim damarlarımıza kadar taşıyabiliyor. ve bizim bundan haberimiz olmayabiliyor.

seleflerimiz için monolitik bir dünya düzeni vardı. bu düzen kendi kodlarında yeniden üretilen siyaset dengelerine sahipti. ittihat ve terakki’nin mesela, hiç düşünmek zorunda olmadığı multi politik algılar, bugün hepimizin baş belasıdır.

mikro, makro… daimi değişen bir dünyada edebiyatın da, siyasetin de bu değişimin dönüştürücü etkisinden kaçınması mümkün değil.

bu nedenlerden ötürüdür ki, 200 yıllık sefalet tarihimizin bakiyesi entelijans-politik çoktan iflas etmiştir.

ne altmışların, yetmişlerin projeci aydını ortada kalabilmiştir, ne de o muhkem projeler.

artık dünya yeni bir dünyadır. bu dünyayı algılayamayanlar için vakit çoktan geçti bile.

pekala… herkesin bahsettiği bu değişim bizi nasıl etkiliyor?

işte bu noktada yazımızın konusu olan kişinin temsil ettiği kültür-politik gündeme gelmiş oluyor.

bu yeni entelektüel için ne denirse densin, ister lumpen, ister başka bir şey… benim bildiğim şudur: eğer biz bu gelmekte olan yeni insanı şimdiden selamlayamıyorsak vay halimize! hem nasıl bir selam, eğitim sistemiyle, kültür politikasıyla, ekonomi politikasıyla… bunlar artık bizim vazgeçilmezlerimizdir.

ama biz, korkarım ki, bu vurdumduymaz halimizle 200 yıllık sefaletimizde yeni bir merhale katetmekten başka bir şey yapamayabiliriz.

çünkü seleflerimizi savuran değişim, bizi de savurmaktadır.

giderek bir gösteri toplumuna dönüşüyoruz. bu küresel değişimin kaçınılmaz sonuçlarından biridir belki. ama yönetilemez değildir. bunu yönetemeyeceğimizi kabul etmemiz iflasımızı ortaya koyacaktır. seleflerimiz de değişimi yönetememiş, ağızları açık şekilde seyretmişlerdir. biz bu avanaklara, mesela namık kemal, mesela mithat paşa, mesela abdülhak hamit tarhan hâlâ büyük adamlar diyoruz, adlarına heykeller dikiyoruz.

bereket versin ki türkiye’de enteresan yetenekleri olan bir millet dokusu var da en azından salimen yaşayıp bugünlere gelebildik.

o seleflerimiz ki, milletin beka duygusunu osmanlı’nın parçalanan coğrafyası içine hapsedip nasıl hiçbir şey olmamış gibi davrandılarsa, bugün de bu beka duygusunun sadece askeri önlemlerle yaşatılabileceğini düşünenler vardır.

bütün bir hayatın devingenliğini bu askeri önlemler ve güvenlik eksenli yaklaşımlar penceresinden algılayan demode bir devletten, şükür ki, paradigmatik değişimlerin eşiğine gelmiş bir devlet modeline geçiyoruz. evet bu uzun olacak, sıkıntılı olacak, ama iyi olacak.

analizimizin çerçevesini çizmek ve bunu seyreltilmiş bir hacim içinde kurgulamak haliyle zor ve zaten böyle küçük bir analiz yazısının sınırlarının çok ötesindedir. ama biz kısaca toparladıktan sonra reşat çalışlar olgusunu doğuran nedenler üzerine düşünelim.

nasıl 22 temmuz seçimlerinin mağlubu chp kendini hapsettiği sınırların dışına asla çıkamıyorsa, entelijansın 200 yıllık inadı da buna tekabül eden bir aymazlık tarihidir. bugün türk aydını cüzamlı bir hasta gibi her yanını kemirmektedir. ve acıdıkça daha çok sermest ve kanadıkça daha çok zelildir.

işte yukarıdaki paragrafa tekabül eden reşat çalışlar ismi bu entelijans tipin minik bir modeli olarak önümüzde durmaktadır.

reşat çalışlar bilincimizde kendi ruhumuza tutulmuş aynadan akseden büyük depremin yansılarından biridir. belki de yıkılan entelektüelin mozolesine hak edilecek bir ikonadır.

her ne kadar kendisi bir ikonacı ve bir ikonoklast ise de, bizim defterimizde çalışlar için biçtiğimiz kıymet hükmü bundan ibarettir. 200 yıllık sefaletimizin temsilcilerinden biridir sadece.

tabii bu eleştirimizi yaralayıcı bulanlar olacaktır. aslında bu analizin amacı reşat çalışlar‘ı yaralamak değil, onun şahsında, gelişen yeni dünyanın yönetilemezliğini ortaya koymaktır.

biz bu değişimi yönetemiyoruz, ama yönetmemiz gerek.

fakat bu da yanlış anlaşılmasın, toplumsal dinamiklere müdahaleden söz etmiyorum. sadece bir zekâ organizasyonundan söz ediyorum. bu zekâ organizasyonunu oluşturacak ana unsur entelijansiyanın kendisidir.

biz bu insanı kaybettiğimiz içindir ki, reşat çalışlar bir sanal oligark heykeli gibi karşımıza dikilmektedir.

aslında bizim, reşat çalışlar‘ın ruhunda aramamız gereken toplumsal dönüşümün genetik kodlarını bulamamanın kahredici sızısını duymamız gerekir.

bu dönüşümün hızı ve niceliği ne kadar göz kamaştırıcı olsa da, niteliğinin beş para etmezliği karşısında ağlamamız gerekir.

bir bozgun ordusunun payelerini göğsünde taşıyan reşat çalışlar portresinden utanmamız gerekir.

reşat çalışlar‘ın celebrity ambiyansı içinde âleme sızan heyulası karşısında ürkmemiz gerekir.

reşat çalışlar işte yukarıda bahsedilen cüzamlı, mazoşist entelijansın dünyaya serptiği tohumlardan biridir.

işte bu nedenle diyorum ki, reşat çalışlar sadece ipek ile oral ikilisinin çocuğu değildir, bu entelijansiyanın acılarla dolu tarihinin bir prematürasyonudur.

ve bu nedenle diyorum ki, reşat çalışlar acıların çocuğudur.